Mega Italya – Verona
Mega Italya turunda göreceğiniz şehirler, yazılarım, fotoğraflar ve tam tur programı için tıklayınız
Bu şehirde ne var derseniz. Evvela en popüleri Juliet’in evi ki bana göre yine muhteşem bir pazarlama taktiği. Pazarlama taktiği diyorum çünkü gidip gördüğümde önündeki izdiham dillere destandı. Bu derece meşhur edilebilmiş olmasını kesinlikle takdir ediyorum elbette. Sonrasında ise Italya’nın üçüncü büyük amfi tiyatrosu olan Arena. Kolezyum’a benzer bir şekli vardı. Muhtemelen gece görüntüsü çok daha güzel olacaktır diye tahmin ediyorum. Ama benim gece görme gibi bir şansım yoktu.
Şimdi buraya kadar getiriyor rehber. Ahanda bu Juliet’in evi diyor. Sen para verip balkona çıkıyorsun ve aşağıdan senin fotoğrafını çekiyorlar. Olay bu. Yanlış anlaşılma olmasın tabi. Benim fikrim sadece bu. Zira grupta burayı dört gözle bekleyen insan sayısı hiç de azımsanacak kadar değildi. Zevkler ve renkler olayı elbette. Herkes birbirinin zevkine fikrine saygı duyduğu zaman işler gayet yolunda gidiyor. Bir de dilek duvarı gibi bi şey yapmışlar. Herkes gelip kağıda bi şeyler yazıp yapıştırıyor. Nooluyor dilekler kabul oluyor elbette. Yapıştırıcı olarak ne kullanılıyor peki :) Sakız… Güzel inanışlar tabi bunlar
Tabi bi de evinin bahçesinde bulunan, okşandığında acayip bir şans getirdiğine inanılan ve bu yüzden sağ şeysinin okşanmaktan pırıl pırıl olduğu bronz bir heykeli mevcut :) Elbette tahmin edebileceğiniz gibi bu aktiviteyi gerçekleştirebilmek için de baya bi sıra beklemeniz gerekiyor. Neden. Çünkü Juliet’in evi dünya üzerinde en çok ziyaret edilen ikinci ev olarak kayıtlara geçmiş. (Birincisi hangisi diye kim soracak :) merak ediyorum)
Aslında bu ün çok eskilere dayanmıyormuş. George Cukor’un 1936 yılında çektiği Romeo&Juliet filmiyle başlamış her şey. Filmde geçen ev o dönemde otel olarak kullanılıyormuş. Yaratıcı bi İtalyan temizleyip paklayıp Juliet’in evi diye piyasaya sürüyor. O gün bugün de patlayıp gidiyor. Aslında var olmayan bi insana ait bir ev yapılıyor. İçine de bronz bi heykel konuyor, hani şu bi tarafı parlamış olan. Sonuç ne oluyor? Bu yazılarımın her birinde değindiğim üzere ortaya müthiş bir pazarlama harikası çıkıyor. Alkışlıyorum… Ya ben de bu ülkedeki bütün romantizmin içine ettim ama naaparsınız dostlar. Gerçekçi olmak lazım :)
Şimdi 1936 yılında çekilmiş filmle başlayıp üzerine bir de Verona dönüşü otobüste Letters To Juliet ya da bizdeki gösterim adıyla Aşk Mektupları filmini izleyince (Kesinlikle tavsiye ederim. Daha önce de izlemiş olduğum bir filmdir) artık Verona’daki tüm taşlar yerine oturmuş oluyor. Bu güzel şehrin 2 dakikalık videosunu mutlaka izleyin derim. Arenası, Adige nehri, tarihi dokusu ve zenginliklerini anlatan güzel bir video. Keşke ben çekmiş olsaydım ama :) çekilmişi varmış artık
Bu şehirde çektiğim ve en sevdiğim kare ise bir yol ortasında durup karşıdan karşıya geçen insanları çekebildiğim kadraj oldu. Tamamen tesadüf. O esnada herhangi bir arabanın gelmiyor oluşu, insanların yaya geçidinden sıra halinde karşıya geçiyor olmaları ve doğru zamanda doğru yerde olmanın vermiş olduğu dayanılmaz hafiflikle bu kareyi çekebilmiştim.
Mega Italya serisine Floransa yazımla devam etmek için tıklayınız…
Mega Italya turunda göreceğiniz şehirler, yazılarım, fotoğraflar ve tam tur programı için tıklayınız
Eweeett beklenen soru geliyo öyleyse gardını al ? En çok ziyaret edilen Birinci ev hangisiymiş? Bu birinci sorumdu.. ikinci sorum da sakız şekerli mi yoksa, şekersiz mi olanı daha makbule geçiyo? Ona göre stok yapıp öyle gidicem de ? Selamlar.. saygılar … ?
ilk ev Papa’nın evi Vatikanmış Emel Korba :) Allaha şükür oraya da gittik. 2. soruya gelince sanırım şekerli olması daha makbul gelir diye düşünüyorum zira daha uzun orda asılı kalır :) Böylelikle mesaj ilgili makama gitmek için daha fazla gündemde kalmış olur :)
Her yere de bir çaput bağlayıp, para attırıp, bir şeyleri yapıştırıp umut-hayal bile satıyorlar. İnsanda stres mi kalır? İtalya, İspanya biraz neyse de Avrupa’nın çoğu kasvetli yerler, marketing ile yürüyorlar. Öğrenecek çok şey var…
Takdir etmek lazım efenim. Ben hayran kaldım. Ama bi yandan da düşünüyorum. Bir bayram tatili zamanında Ölüdeniz’e girebilmek için iki buçuk saat arabada beklemiştim yoğunluktan. O kadar da tanınmış olmasa mı acaba :)