Fotoğraftaki eller halamın. Annesi çalışan bir çocuk olarak halamın emeği çok büyüktür üzerimde. O yüzden de halam değil, “Gülten annem”dir. Tuhaf ve zor günler yaşıyoruz şu sıralar ve belki daha çok durup düşünüyoruz. Market kavramının hayatımızda olmadığı, alışveriş için ilçenin haftalık pazarına gittiğimiz, sokakta oynadığımız, evlere sığmadığımız zamanlar geliyor aklıma bu aralar ve çokça kulaklarını çınlatıyorum Gülten annemin. Hayat şartları eğitim almasına müsaade etmemiş ama bu durum hayat becerisini etkilememiş. Titizdir ve ben küçükken birçok şeyi abarttığını düşünürdüm. Şimdi Dünya Sağlık Örgütü bile benzer şeyleri öneriyor şu koronalı günlerimizde.
Pazardan gelince alınanlar evin avlusunda dururken biz ilk iş ellerimizi yıkardık. Sonra pazardan alınanları yerleştirme faslı başlardı. Ama tabii önce sokak kıyafetleri değiştirilip ev kıyafetlerine geçilir ve üzerimizden çıkanlar havalandırılmadan asla dolaba kaldırılmazdı. Buzdolabına koyulacak şeyler pazardan gelen poşetlerden çıkarılırdı. (Pazara giderken poşetleri de evden götürürdük, çevre duyarlılığına göz kırpış) Ezilecek şeyler sepetlere, kaplara koyulur, daha dayanıklılar temiz poşetlere (ki bu poşetler de kullanıldıktan sonra deterjanla yıkanıp kurutulan kullanılmış poşetler). Yeşillikler ayıklanır, havalandırılır, öyle koyulurdu buzdolabına. O zamanlar pirinç, bulgur, şeker gibi şeyleri de pazardan alırdık. Onlar da poşetlerinden kaplarına boşaltılırdı.
Tanıdık mı geldi bunlar size? Son zamanlarda aynısını mı yapar oldunuz? Peki bulaşık yıkarken bir iki damla çamaşır suyu da damlatıyor musunuz deterjana? Ya ocağı yakıp aldığınız ekmeği ateşe tuttunuz mu hiç? “Kim bilir kimlerin eli değmiştir, mikrobu ölsün” diye ekmek üttünüz mü hiç? (Bilimsel olarak bu, mikrobiyoloji laboratuvarlarında deney tüpleri vs. için yapılır ve buna alevden geçirme denir, bunu üniversitede öğrendiğimde titiz diye Gülten annemle dalga geçişimden utanmıştım.) Peki, çöplerinizi ayrıştırıyor musunuz? (çevre bilinci yeniden) Ya çayın posasını bahçeye gübre diye dökmeler, sebze, meyve kabukları ayrı yerde biriktirip ineği olan komşulara götürmeler?
Bitti mi sandınız? Henüz değil :) Kâğıtlar, yanabilecek şeyler (mesela ceviz kabukları, mısır koçanları, vs.) ateş ocağı ya da soba için ayrılır, tekrar kullanılabilecek ambalajlar -ki çok az ambalaj olurdu- yıkanıp bir kenara istiflenirdi kullanmak için ya da saksı olurdu, bazen de bizim kapı önü evciliklerimizin oyuncakları…
Az kıyafet alınırdı, iş kıyafeti, ev kıyafeti, bayramlığı her biri ayrıydı. Yeni kıyafeti gündelik giyemezdik. Şartlar farklıydı elbette, bu kadar çok ve ucuz değildi kıyafetler. Ama şimdi de biraz abarttık sanki. Babaannemi anlatırdı Gülten annem. Hayvanların bakımını yapmak için ahıra girerken tülbentinden çorabına kadar değiştirirmiş kıyafetlerini, hiç üşenmezdi diyor. (Bu da hayvan hastalıklarının insanlara geçmesini engellemek için bir tedbirdir aslında.) Benim aklıma şu an gelmeyen bir sürü faydalı şey daha vardır eminim. Aman yeni nesil çevre bilinci kazasın, israfı önleyelim, doğayı koruyalım diye uğraşıyoruz ya, aslında var olan bilgileri kullanmadığımızı itiraf edemiyoruz galiba kendimize. Bu bilgilerin aktarılmasında sorun varsa zayıf halka biz olabilir miyiz?

Kınalı ellerin sahibi
İşte bütün bu anlattıklarım yüzünden saygım sonsuz bunları bilip de uygulayan nesile. İmkânsızlıklar içinde imkânlar yaratan, zaman dâhil hiçbir şeyi israf etmeyen güzel insanlara hayranım. Şimdi nasıl oldu da onlar yanlış biliyor zannediyoruz anlamıyorum. Tam da bu yüzden, suçlu oldukları ya da sebep oldukları için değil de bu kadar muhteşem oldukları için korumak istiyoruz onları. Hastalanmasınlar, yanımızda kalsınlar hep diye birazcık evlerinde kalsınlar istedik bu salgın döneminde. Öğreneceğimiz ne çok şey var onlardan. Toplumun hafızası silinmesin diye çabamız. Kırdıysak bu yüzden onları, ayıp bize. İnatlar ve çocuk gibiler bazıları ama biz nasıldık acaba çocukken ve kim bilir ne çok zorlandılar bizi bir şeylerden korumak için? Size güveniyorum ama çevre kötü demiştim anne-babama geçenlerde, çok güldüler. Etme bulma dünyası bu olsa gerek dediler. Siz ne kadar tedbir alırsanız alın bir şekilde maruz kalırsanız telafisi zor diye konuştuk, biraz uzun konuştuk ama anlaştık.
Onlarla anlaşırız bir şekilde ama cehaletle mücadele zor. Cahilin de yaşlısı genci fark etmiyor. Beynini yıllarca kullanmamış birini bir günde değiştiremiyorsunuz. En çok korktuklarım da okumuş cahiller. Virüs değil de bu cehalet canımızı çok yakacak ondan korkuyorum…
Sevgili Zerdali kınalı ellerin sahibini de eklediğin için sağ ol. Elleri de yetiyordu o sıcaklığın geçmesine ama yüzünü de görmek ayrı. Büyüklerin ellerinde başka bir iletişim var biliyor musun? Babamın ellerini çok özlerim mesela, annemin de.. Yüzümüzü sevgiyle kucaklayıp gözümüzün içine ilk onlar baktığı için mi acaba?
Peki sen tavuk ütülürken gördün mü bakalım? Ben mutfak kapısından hep seyrederdim, babam keser annem pişirirdi, Tüylerini yolmak, tütsülemek… Ben yapamam. Annemden çok şey öğrendim ya da her şey öğrendim gibi sanki. Mesela yalamadan doymadım yamamadan donmadım derdi. Onu büyüten nenesi savaş gördüğü için dermiş hep. Tabak sıyırmak hatta pirinç tanesi bile bırakmamak bizim işimiz.. Pazar muhabbetini ben sevmiyordum, tavuklar için bile sebze taşınır mı arkadaş?
Yaşlıları çok seviyorum, zaten bir çoğu yadigar gibi kıymetli. Düşünsene kendini hep çocuk gibi hissetmek,onların varlığı ile daim. Salgın sürecinde yaşlıların tutumu biraz da iradeleri dışı, çünkü bir ömür alışılanın dışına çıkmakta hemen başarılı olamıyorlar, serde inatçılık da var tabi.
İçimi ısıttı şimdi bu hatırladıklarım, sağ ol sen de.. Gülten Anne’ne de hürmetler, öperim ellerinden.
Begonvil…
Burnumun direği sızladı yorumu okuyunca…
İnsan hissettiklerini yazıya döktüğünde duygusu geçmezse diye düşünüyor, ama böyle geri dönüşler görünce, o duygu bir başka insanın yüreğinden geçip tekrar sana gelince, hissedileni ifade etmem zor gerçekten. Teşekkür ederim duygularını paylaştığın için.
Tabak sıyırmak babamdan geçen alışkanlıktır bana. Aslında annem de yapar ama babamın reklamı iyidir; “Benim tabağı doğrudan koyun makinaya, aman dikkat edin temiz diye dolaba kalkmasın” der. :) Kalanları tavuğa atmak deyince rahmetli anneannem geldi aklıma. Tavuğu da o üterdi. Hatta horozu. “ütmek” bizim de tavuk için kullandığımız bir şey, ekmeğe yapılan da aynı işlem olunca öyle dedim. Laf tam yerini bulmuş, sevindim. Yazmadığım o kadar çok şey var ki. Yokluk görmüş, göç görmüş insanlar kıymet biliyorlar. Baba tarafım Selanik’ten gelen Lozan mübadillerinden. Sıfırdan başlamak çok dikkatli yapmış onları her şeyi kullanırken…
Ne kadar güzel söylemişsin; “kendini hep çocuk gibi hissetmek”… Her türlü sıfatından sıyrılıp onların çocuğu oluyorsun sadece. İnsanın kendini en hafif hissettiği an o…
Gülten annem bir bilse buralarda kendisinden bahsedildiğini, nasıl kızar bana. Benim bayılıp bastırdığım bu fotoğrafı da hiç sevmez, “ne biçim çıkmışım, at bu resmi” der. O yüzden buradan söylüyorum; Gülten anneme çaktırmak yok ;)
“Ben hep destek olurum sana” deyişinin sadece laf olmadığını hissettirdiğin için tekrar teşekkür ederim sana.
Harika ve sarsıcı bir ize dönüş çağrısı. Gerçekten farketmedigimiz ne çok şey var. Ellerinize sağlık
Ben de çok beğendim. Derman olmuş duygularımıza bi şekilde
Ortak noktalarda buluşabiliyorsak ne güzel… Teşekkür ederim.
Ne güzel anlatmışsınız o günlere dair tüm detayları ki bize de unuttuğumuz nicelerini hatırlattınız. Yazınız hem duygulandırdı hem düşündürdü. Yeni nesile evlat yetiştiren bir kadın olarak üstümüze düşenleri hatırlattı. Elinize ve yüreğinize sağlık..
Teşekkür ederim. Bunu duyduğuma gerçekten sevindim. Çünkü yeni nesil kendi kendine öğrenemez gelenekleri. Çok sevdiğim bir söz vardır; görgülü kuşlar gördüğünü işler diye. Aynen o hesap. En başta anne baba ve tabii diğer büyükler örnek olacak, çocuklar örnek alacak. Kültür aktarım zincirinde zayıf halka olmak istemez sanırım hiç kimse.
Gözlerim dolu, kalbim bir başka okudum yazıyı. Ne çok ve ne gereksiz tüketen , ne doyumsuz insanlar olduğumuzu bir kere daha hatırlattın bize sevgili Zerdali. Öperim Gülten annenin kınalı ellerinden :)Nur
Yeniden kullanma, farklı şekilde değerlendirme, dönüştürme gibi konularda örnek aldığım Nurum, bu doyumsuzluğumuz felaketimiz olacak diye korkuyorum. Dahası artık farkında bile değiliz ne yaptığımızın…
Aynı frekanstan yayın yapınca; kalpler, duygular bir oluyor. Sağol.