Başını bir tülbentle boynunun altından bağlamış, endişesi gözlerinden okunan, 60’lı yaşlarını çoktan devirmiş bir teyzeydi hastane koridorundaki bekleme koltuğunda oturan ve sırasının ne zaman geleceğini endişeli gözlerle bekleyen kadın.
Gençliğinde bıçkın bir delikanlı olduğu yürüyüşünden belli, ortalama boylarda, esmer, tek ayağı aksayan adam bana doğru yaklaştı küçük adımlarla. Belli ki bir şey diyecekti, onun da bir meramı vardı belki ama istediği şey bugüne kadar benden hiç istenmemişti.
Hastane koridorlarındaki insanların yüzünde hiçbir zaman gülümseme göremezsin. Çünkü hep derdine derman aramaya gelen insanlarla doludur. Tek gülümsemeyi doktorlarda görürsün tahmin edilenin aksine. Çünkü onların doğal ortamlarıdır artık o koridorlar. Acılarını da, mutluluklarını da orada yaşarlar ve siz de bunlara şahit olursunuz. Kendinden emin gülüşleriyle sohbet ederek koridorda yürüyen birileri varsa onlar mutlaka doktorlardır.
İhtiyar delikanlı aksayarak yaklaştı ve parmaklarında hafif bir titremeyle elindeki pet şişeyi bana uzattı. Bu uzatma aslında tanıdık birine yapılan teklifsiz bir sohbet kadar samimiydi. Uzattı ve şöyle dedi “Şunu bi’ açıver” Evet tam da bunu dedi. Ne eksik ne de fazlaydı. Bu bir ricaydı ama rica etmedi, bu bir yalvarmaydı ama yalvarmadı, bu bir emirdi ama emretmedi. Aslında bu neydi ben de tam olarak anlayamamıştım.
Hiç tereddüt etmeden aldım elinden o pet şişeyi açtım ve adama uzattım. Sorgulamaksızın.
Suyu aldı, ellerini arkada birleştirip kendinden emim adımlara az ilerde oturan kadına doğru yürüdü ve suyu uzattı. Olan biteni öylece izliyor ve bir anlam vermeye çalışıyordum. Sadece bakıyordum hissettirmeden
Sonrasında düşününce “sevgi nedir ki” nin cevabını bulmuştum sanki. Karısına seni seviyorum dememişti belki ömrü hayatında, belki bir hediye de almamıştı ama onu her şeyden sakınmıştı. Güçlü olmak zorundaydı, çünkü O bir kocaydı, çünkü O bir babaydı, çünkü O bir reisti ve her ne olursa olsun ayakta durmalıydı. Çünkü evrim baba onu öyle yetiştirmişti. Belki de yıllar sonraki bendi O
Belki de kapak olsun diye yaşanmıştı kim bilir…
İnsan hastane koridorlarında gayri ihtiyari hayatı sorgular. Herkesi süzersin, duygusal bir röntgenini çeker, derdini, halini anlamaya çalışırsın. Kendine de paylar çıkartarak… Hastane koridorlarında gülen kimse pek göremezsiniz, çünkü ya derdi vardır ya da derdi ile gelenin sorumluluğu. Bir hastabakıcılar çokça konuşur ve gülümserler. Dert yok sorumluluk da yok.
Karşımda oturan yaşlı çifti izliyorum ben de, yaşlı teyze başına doladığı beyaz tülbenti ile gelin, kırmızı beyaz poşusu ile yaşlı amca da damat gibi. Sessizce bekliyorlar, adam daha tedirgin sanki çünkü hasta olan kadın. Kendinden çok sevdiğine tedirgin olmak, kollamak… Unutuldu değil mi bunlar? Hele bizler hiç bilmedik desek yeridir.
Yaşlı bu çifte bakınca düşündüm, sevgi nedir? Bu amca hiç seni seviyorum dememiştir ama genç kızlığından beri saçlarını iki yanından ören karısının belki bir gün beliklerini çözmüş, kına ve sabun kokan saçlarını avucuna alıp koklamıştır ve bakmıştır gözlerinin taa içine. Sevgiyi anlatmanın en cılız yoludur seni seviyorum demek. Hatta hiç hediye de almamıştır belki düşünmemiştir bile ama kadın bilir, dünya bir yana kendi bir yana.
Yaşlı kadın bir ara göğsünün kuytusuna sindiği eşine bir şey söyledi. Amca kalktı gitti, bir süre sonra elinde su ile geldi. Bu heybetli dağ gibi adam bir türlü açamadı şişenin kapağını. Kalktı, bir bakındı ve sırt çantasıyla bir köşede durup benim gibi herkesi izleyen genç adamın yanına gitti. Mayası aynı olan insanlar birbirini çeker, hele kalabalıklar içinde, dar zamanda safi yürekleri hisseder insan. Belki öyle bir yakınlık hissetti de gitti. Adam da biraz şaşkın, kapağı açıp suyu uzattı.
Sırt çantasının ağırlığından mı yoksa adını koyamadığı yüklerinden mi bilmem bana yorgun ve sırtını eğmiş geldi. En çok görülmeyen yüklerimiz bükmez mi belimizi? Dedim aha bu adam da hayatı sorguluyor şu an. Belki de sevgi su gibi olmalıdır diyordur içinden, temiz, saf, hayat veren. Kadınla erkek de sevgiyi/suyu koruyan şişe ile kapak olsun.
Duygusal röntgen… Çok güzel bir tanımlama bu. Bence bu başlıkta bir yazı yazmalısın bir an önce. Dediğin gibi buna verilecek tek kelimelik bir cevap bile yok maalesef. Sanki ben bir virgül koymuşum da sen devamını getirmişsin gibi olmuş. Çok beğendim. Bi de sırt çantası deyip geçmeyelim gerçekten de gittikçe çok ağır oldu
Ben okuduğumdan beri kendi açımdan bakıp düşünmeden edemedim ve yazmak istedim. Çok hoşuma gitti. Zıvanadan çıkmak yazında kendi zıvanadan çıkmalarını da yazıya eklemelisin bence. Ama kendin ama genelleme yaparak o kısmına da değinsen. Çünkü insan öfkeden zıvanadan çıkar, keyiften zıvanadan çıkar..
Eminim sana da keyif vermiştir yazmak. Daha ilk yorumumda yazmıştım, her fotoğraf başlı başına bile yazı konusu olur, keyif verir. Bugün bi söz okudum, fotoğraf çekmek insanın aklını gözünü yüreğini aynı hizaya getirmesidir.. İnan fotoğraflarına yazmaya başladıkça tatminin katlanacak, hissediyorum.
Bi de ceviz kabuğundan ayrılıp içi asma yaprağına sarılarak toprak altına gömülüp ekilirse oluşacak yeni ceviz fidanının cevizlerinin kabukları incecik olurmuş. Geleceğin ceviz yetiştiricisi olarak annene bir sor.
İlk Yorumuma da cevap yazma boş ver. Kal sağlıcakla..
Yazmak başından beri keyif verici maddeler sınıfına giriyor zaten bende. Her fotoğraf bir yazı konusu dediğin aklımdaydı epeydir de anca el atabildim demek. Şöyle bir tarama yaptım arşivleri :) Konu başlıklarını aldım notlarım arasına ve yeniden yazayım onları diye başladım. Bakalım ne zaman kadar gider.
Bu ceviz olayını hiç duymadım ama mutlaka denerim. İnce kabuklu bi ceviz ağacım var ondan aşılar aşılar çoğaltırım artık :) Başlarsan haber ver sana da bi aşı fidanı gönderem
Çok teşekkürler