-Şaşırttın beni, kadın.

-Niye?

-Beklemiyordum.

-Yaparım ki öyle ben…

-Biliyorum. Böyle konularda çok düşüncelisin. Aslında biliyorum senin bu incelikli hallerini ama ne bileyim işte beklemiyordum yine de… Çok naziksin.

-Huyum kurusun.

-Güzel bir huy, kurumasın bence.

-Madem öyle kurumasın o zaman.

-Seni sen yapan en önemli özelliğin bu. Sahip çık huyuna… dedi ve başlattı içi dolu bir sessizliği, adam.

Çekingendi kadın ama bir o kadar da işveli.

Mahcuptu adam ama bir o kadar da mutlu.

Kadının yüzüymüşçesine avuçlarının arasında tuttuğu, bakıp tebessüm ettiği, şimdiye kadar aldığı en küçük ama aslında en büyük hediyeydi. Kadın, adamın bunu düşündüğünü bilmenin o haklı gururuyla gülümsüyordu.

Çok iyi tanıyorlardı birbirlerini ve bu tanımak, “en sevdiği renk nedir” den başlayıp “en çok neye dertlenir” e kadar uzanıyordu. Şeffaflardı birbirlerine karşı. Oldukları hali görmüş ve olduğu gibi kabullenmişlerdi.

Ne kadar çok zaman geçerse geçsin aradan bıraktıkları yerden devam edebilirlerdi. Çok sık bir araya gelemezlerdi ama geldiklerinde de soyutlanarak dünyadan saatlerce konuşabilirlerdi. Anlık bir sessizliği, “Ya bak, sana ne anlatcam!” sözleri dağıtırdı çoğu zaman.

Sustuklarının arasında bile her zaman konuştukları bir şeyleri vardı aslında.

Örtülü anlamlar olurdu ikisinin de sözlerinde. Cümlelerinin sonundaki ince tebessümlerinden sezdikleri vardı elbette ama ikisi de belli edemezdi. Pek göz göze de gelmezlerdi konuşurken. Biri baksa diğeri kaçırırdı gözlerini… “Biri sana bakmıyorsa onda sana ait bir şeyler vardır!” sözüydü belki de bakışlarını kesiştirmeyen.

İkisi de müptelaydı, Ümit Yaşar Oğuzcan’ ın “Aşk Başlamadan Güzel!” dediği şiirine…

“Aşk başlamadan güzel,

Kalplerde heyecan

Bakışlarda korku olduğu zaman güzel…

Birbirimize sezdirmemek için çırpınış,

Başkaları görmesin diye çabalayış,

Gözlerim gözlerinin mavisine değdiği zaman…

Aşk başlamadan güzel…”

Öyledir ya… Belli etmekle etmemek arasındayken, sahip olma arzusuyla kaybetme korkusu arasında gidip gelirken, o ilk heyecanlarla yaşamaktır en keyiflisi… Ola ki biri bir anda tutamasa dilinin ucuna geleni sanki tüm sihir bozulacakmış gibi.

Biliyorlardı… Aralarında bir bağ vardı, hem de güçlü bir bağ.

Ve biliyorlardı… Adı konmamış duyguların arasında “Adam ve Kadın” olarak yaşamaya devam edeceklerdi.

Ara sıra seslenecekler birbirlerine, konuşup dertleşecekler, hatırda kalan en güzel sohbetleri edeceklerdi. Ebkem bir aşkı taşıyacaklardı dillerinin ucunda. Birbirlerinin sesinden duymayacakları sözler biriktireceklerdi. Geleceği, geçmişe koyacaklardı. Alınmış kararlar değildi bunlar aslında, hatta üzerine konuşulmuş bile değildi ama yön, bir şekilde böyle verilmişti.

Öylece…

Akışına…

Hayat durmaz! Durmasını tüm varlığımızla istediğimiz zamanlarda bile durmaz. O akışın içine sığdırabildiklerimizdir kazançlarımız. Ne çok şey kazanmışlardı…

“Hayat, bir an; o da bu an!” diyesiler ya hani… Tam da öyle… Anda kaldıkça güzelleşiyor her an. Anları güzel anılara dönüştürebildikçe kıymetleniyor yaşanan.

Kadının sesi, ılık bir yaz esintisi gibi araladı o sessizliğin perdesini.

-Doğum günün kutlu olsun.

-Teşekkür ederim. Gerçekten çok mutlu ettin beni. Bir bankalar unutmuyor zaten bir de sen…

-Yaşlanmaya başlayınca ben de unuturum.

-Unutmazsın sen.

-Nasıl da biliyor. Unutmam tabii…

-Birbirimize böylesi olmak ne güzel!

-Yok… Bu tek taraflı… Sen unutursun.

-Bak, bunu da sen biliyorsun.

“Sen de duyguna sahip çık. Sahip çıktıkça ait oluyor insan!” dedi kadın… içinden!

Ayrılırken sarıldılar ve yine kollarını kullanmadılar…