Toprağında bir ağaç var artık… İzin ver! Çiçekleri açsın dallarının. Anla onu! Ne gerekiyorsa onlarla yaklaş ona. İhtiyacı varken senin ışığına; emeğin değsin onun dallarına. O zaman bak gör, yerini seven çiçekler misali nasıl da şımaracak sana. Sen yeter ki pes...
-Şaşırttın beni, kadın. -Niye? -Beklemiyordum. -Yaparım ki öyle ben… -Biliyorum. Böyle konularda çok düşüncelisin. Aslında biliyorum senin bu incelikli hallerini ama ne bileyim işte beklemiyordum yine de… Çok naziksin. -Huyum kurusun. -Güzel bir huy, kurumasın...
Fark ettim de… Yaş aldıkça anneme benziyorum! Zamanında burun kıvırdığım birçok davranışını, şimdilerde yaparken buluyorum kendimi. Kırmızı bir ruju vardı mesela. Nefret ederdim kırmızıdan. Bir de ruj yani… “Ayy bu ne anne yaa, sürme şunu.” derdim. Şarkı söyleyerek...
Kimi yaşarken ölüyor hayatımızda kimi ölüp de yaşıyor! Her zaman sende var olacağını; onda var kalacağını düşündüklerin… Sahi, neredeler onlar şimdi ya da sen neresindesin o hayatların? Kaç yaşayanı gömdün içinin derinliklerine ve kaç kişiyi yaşattın içinde...
“Kadın dediğin…” diye başlayan cümleler vardır ya hani, ben pek haz etmem o cümlelerden. Bir kalıba sığdırılamaz ki kadın dediğin. Her kalıp sığ kalır çünkü kadının derinliğine. O yüzden “Kadın dediğin…” kısımların bir adım ötesine geçmek lazım...
“Beni hiç anlamıyorsun!” dedi. Sanki ben hiç iğreti olmamışım, yerim sandığım yerde eğreti durmamışım gibi. Ben hiç ağız dolusu küfretmek varken sadece yutkunmakla yetinmemişim gibi. Kabuğuma çekilmemişim; etrafıma duvarlar örmemişim gibi. Avazım çıktığı kadar...
Kim ne diyor